Okuma; Prof. Dr. Süleyman Akkuş Makaleleri Okumaları I
Süleyman Akkuş tarafında “Abdülkerîm b. Hevâzin
el-Kuşeyrî’nin Bir Risalesi” başlığı ile 2000 yılında Sakarya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisinin 2. sayınında yayınlanan
makalenin tanıtım ve değerlendirmesini yapacağız.
Bu makale, meşhur sufi, Eşʻarî kelamcısı ve savunucularından
olan Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî’nin 446/1055 yılında kaleme aldığı
“Şikâyetü Ehli’s-Sünne bi Hikâyeti mâ Nelehum min Ehli’l-Mihne” başlıklı
eserini konu almaktadır. Bahse konu risale Ehl-i Sünnet kelâmcılarının başta Selçuklu
veziri Amidü’l-Mülk el-Kündürî tarafından hedef alındığı bir dönemde özellikle
Eş‘arîyye mezhebinin bid‘at ve dalâletle suçlanmasına karşı bir müdafaa ve kelâm
ilminin meşruiyetini savunmak amacıyla kaleme alınmış bir metin hüviyeti
taşımaktadır.
Kuşeyrî'nin bu risalesi, Eş‘arîler hakkında başlatılan
itibar zedeleyici muhtemel siyasi kampanyaya karşı bir cevap niteliğini
haizdir. Selçuklu veziri Amidü’l-Mülk el-Kündürî’nin Eş‘arîyye’yi Mu'tezile,
Kerrâmiyye, Cehmiyye gibi fırak-ı dâllenin yanına koyarak bid’atla suçlaması ve
onları camilerden uzaklaştırmaya yönelik teşebbüsleri, dönemin Ehl-i Sünnet
âlimlerinde derin bir rahatsızlık uyandırmıştır. Kuşeyrî ise durum karşısında bu
risaleyi kaleme alarak yalnızca bir savunma gerçekleştirmemiş, aynı zamanda
kelâm ilminin meşruiyetini, İslami kaynaklara dayanarak aklî ve naklî detaylı
şekilde izah etmiştir.
Makalenin ortaya koyduğu üzere, Kuşeyrî risalesinde
öncelikle kelâm ilmine yöneltilen eleştirileri reddeder. Ona göre kelâm, Kur’ân
ve Sünnet’e aykırı olmayıp, fıkıh, sarf ve nahiv vb. diğer İslami ilimler gibi
kendine has bir metot ve terminolojiye sahiptir. Ayrıca Kur’ân’da pek çok
ayette geçen tefekkür sadedinde aklî istidlal vurguları, kelâm ilminin temel
referanslarından olarak şer’i nasslarla kelâm ilminin çelişmesinin söz konusu
olmadığına delildir. Bu itibarla risale, Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’nin İstihsânü’l-Havd
fî İlmi’l-Kelâm adlı eseriyle içerik olarak bir paralellik arz etmektedir.
Kuşeyrî’nin risalede ele aldığı meselelerin başında Hz.
Peygamber’in (s) kabrinde diri olup olmadığı meselesidir. Kerrâmiyye mezhebine
mensup bazı kimselerin, peygamberlerin kabirlerinde diri ve nebi oldukları
görüşüne itiraz etmeleri üzerine, Kuşeyrî sahih hadislerle bu görüşü
temellendirerek karşı çıkmıştır. Nebîlerin kabirlerinde diri olduklarını
gösteren çok sayıda rivayeti zikreden müellif, peygamberliğin ölümle son
bulmayacağını, Hz. Muhammed’in (s) de bu anlamda hayat sahibi olduğunu
vurgular. Bu örnek üzerinden, Eş‘arîyye’ye isnat edilen birçok ithamın
mesnetsiz ve çarpıtılmış olduğunu göstermeye çalışmıştır.
Bir diğer konu ise Allah Teâlâ’nın taat ve isyanları
karşılığında kullarına mükâfat ve ceza vermesinin vacip olup olmadığı
sorunudur. Kuşeyrî, Mu‘tezile’nin Allah’ın taata sevap, masiyete ceza vermek
zorunda olduğu yönündeki görüşünü eleştirerek, bu tür bir zorunluluğun Allah’ın
mutlak iradesine aykırı olduğunu belirtir. Ehl-i Sünnet’e göre Allah, mülkünün yegâne
sahibi olarak kulları üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Sevap ve
ceza vermek O’nun lütfu ve hikmetine bağlıdır, bir hak ediş ya da zorunluluk
değildir. Bu bağlamda Kuşeyrî, taat ve isyanın sonuçlarının "illet"
değil, ancak birer "alamet" olabileceğini savunur.
Kuşeyrî devam eden sayfalarda Eş‘arîyye’nin Kur’ân’ın mahlûk
olduğu görüşünü savunduğu yönündeki iddiaları da çürütmektedir. Ona göre
Kur’ân, Allah’ın kadîm kelâm sıfatının bir tezahürüdür ve mahlûk değildir.
Kur’ân’ın iki kapak arasında yazılı olması, onun mahlûk olduğunu değil, yazıya
geçirilmiş bir kelâm sıfatı taşıdığını gösterir. Yine benzer şekilde, Hz.
Musa’nın Allah’ın kelâmını ağaçtan işittiği ve bu nedenle Allah’la doğrudan
konuşmadığı şeklindeki Kaderiyye görüşlerinin Eş‘arîyye’ye isnat edilen asılsız
iddialar olduğunu belirmektedir.
Makalenin dikkat çektiği bir başka önemli nokta ise avam
müslümanların tekfir edilmesi meselesidir. Buna göre Eş‘arîyye’nin, kelâm ilmini
bilmeyen avamın imanının geçersiz olduğu yönündeki görüşüne karşı çıkan Kuşeyrî,
bu iddianın gerçek dışı olduğunu, Eş‘arîyye’nin tasdik esasına dayanan iman
anlayışı çerçevesinde, avamın imanının geçerli olduğunu ve bu gibi ithamların
saptırma amacı taşıdığını açıklar.
Sonuç olarak bu risale, yalnızca bir savunma metni değil,
aynı zamanda 11. yüzyılda İslam dünyasında kelâm ilminin oynadığı rolü ve
karşılaştığı muhalefetleri belgeleyen tarihsel bir tanıklıktır. Kuşeyrî’nin
risalesi, hem kelâm ilminin sınırlarını hem de Ehl-i Sünnet’in doktrinel
temellerini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Süleyman Akkuş’un bu makalesi
ise, Kuşeyrî’nin risalesine dair hem tarihsel hem de düşünsel bir bağlam
sunmakta ve Eş‘arî kelâmının klasik dönemdeki savunucu pozisyonunu göstermesi
bakımından önemli bir akademik katkı sağlamaktadır.
Süleyman Akkuş’un makalesi ise hem tarihsel bağlamı hem de
teolojik içeriği bakımından söz konusu risaleye dair önemli bir değerlendirme
sunmaktadır. Bu tür risaleler, yalnızca geçmişin değil, bugün İslam
düşüncesinde akıl-vahiy ilişkisi, iman-tasdik ilişkisi, mezhepler arası sınırların
mahiyeti gibi konuların da anlaşılmasına katkı sağlar.
Yorumlar
Yorum Gönder