Kayıtlar

Bilmek etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Sev-i Muhabbet

Resim
  “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler”      İhya adlı eserinde İmam Gazali Muhabbet bahsini anlattığı bölümün de sevgi hakkında şunları söyler: “Sevgi ancak bilip algıladıktan sonra düşünülür. Çünkü insan ancak bildiği bir şeyi sevebilir.” Evet insan bildiği kadar sevebilir, sevdiği kadar bilebilir. Bilmek sevmeyi dolayısıyla muhabbeti iktiza etmektedir. Sevmek ise bilmeye olan iştiyaka binaen zemin bulabilir. Birbiri ile gayet makul bir uzay edinmiş bu iki mefhum Huccetü’l-İslam İmam Gazali içinde aynı manaları muhtevidir. Lakin muhabbet yalnızca sevgi kavramı ile açıklanmamış daha nice hayretengiz kelimeleri kendi bünyesinde taşımıştır. Meveddet, aşk, uhuvvet, ülfet… vb. birçok sözcük daha art arda dizelenmiştir.      İşte bu kelimelerle açıklamaya çalışıyoruz bir ömür aradığımız sevgiliye aşkımızı. Şah damarımızdan daha yakın olan. Ötelere karşı her mahfilde huzur ufkunu özlemle andığımız. Ruhefza sesini duymak için O’nun sözlerini okuduğumuz birbirimize. Ünsiyet kaza

Bilinenden Bilinmeyene: İlim İlmi Bilmektir

Resim
"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"      Bilmiş ol ki ilim; nefs-i nâtıka-i mutmainne’nin, -eğer müfred ise- eşyanın hakikatlerini ve maddelerden mücerred suretlerini dış varlıkları, nitelik ve nicelik, cevher ve zatları itibarıyla tasavvur etmesidir. Bilen; kuşatıcı, idrâk ve tasavvur edici olan; bilinen ise, bilgisi nefse nakşolunan nesnenin zatıdır. (İlim Risalesi | Gazali)      İnsan için en gizemli ve en değerli kelimelerden birisi “ilim” olsa gerektir. Çünkü o sözcük öyle bir çağrışım yapar ki en geniş manasından en dar ifadesine kadar her zaman ve zemin de kendisine bir yankı bulmuştur. Evet ilim, âlem ve amelimiz için gerçekten de kıymeti sayfalarca anlatılsa yetmeyecek kadar dolgun bir sözcüktür. İşte bizlerde işbu sayımızı bu müstesna kelime üzerine kurgulamaya çalıştık.      Her tümce ve paragraf belki her kelime ve harf bile ilim namına birer yolculuk sayılabilir. Bilinenden bilinmeyene doğru atılmış bir nazar ya da bilinenden bilinmesi gerekene karşı

“Hakîkat cümle âlem bir nefesdir”

Resim
 “Hakîkat cümle âlem bir nefesdir” Sun’ullâh-ı Gaybî        Hakikat      Hayat, içinde yüklendiği tüm mana fakülteleri ile beraber öylesine geniş ve esrarlı bir daire çizer ki insan bu çemberi kırmanın ötesinde belki bu dairenin hattına bile ulaşamaz. Kimi zaman o kavise benzer birtakım çizgiler hayalin ince cilvelerini cezbetse de nihayetinde bu hatt-ı münhanînin gerçek olmadığını ve daha ileriye gitmesi gerektiğini anlar. İşte insanın anlam yolculuğu bir bakıma bu sidret-ül münteha diyebileceğimiz çember kırma ameliyesi/cehdi/gayreti neticesinde gerçekleşir. O öyle bir ufuktur ki yollar büklüm büklüm ona doğru burulur. Lakin kişinin hayat Sergüzeştinde hayr ve şer bu yolları bazı yerlerde çatallandırır. Adem'in imtihanı da tam olarak burada görünmektedir. Binaenaleyh yol hem uzun hem kavisli hem de sislidir. Fakat biz biliyoruz ki yol da O'nun varlık da O'nundur. İşte bu bilinç hali ile yolu bulmalı akabinde o yolu bilmeli ve girmeliyiz. Girmeliyiz ki varlık için halif

İnsanlık Tümcesi!

Resim
"Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen" ( Şeyh Galip )      İnsanı bir tümce içine sığdırmak istiyorum bazen. Her insanı teker teker ya da bir tümel olarak insanlığı. Öyle şümullü olsun ki bu tümce, yetmiş iki milleti birden kucaklasın mesela. Öyle bir dünya inşa etsin ki pirim Yunus gibi yüz yıllar sonra bile hoşgörüsü ile kaim olabilsin. Anadolu irfanını taşısın mesela. Maddeye inen gözlerin maneviyatta nasıl kör olduğunu bilerek maddeyi, o som elementi soysun ve ortaya latif bir cihaz elde etsin. Kâinatı, o som olandan yormasın. Soyut olandan sürdürsün. Soyut olanı somut olandan sıyırıp alsın. Alsın ki elimize geçenle değil yüreğimize sinenle uğraşalım. Sinsin gönlümüze ve oradan da dilimize bir cevher gibi yürüsün. Uğrasın satırda, defter çizgilerine hapsettiğimiz kelimeler ve cümleler birer birer dilimize/gönlümüze. “Neyin olduğunu” değil de “neyin olmasını” isteyelim. O tümceler bize insanı öyle anlatsın ki mesela onu Anka k

Günler Kışın Ayazında Hala!

Resim
     Ne yazacağını bilmek ve bilmemek öyle ince ki aslında. Sözleri giydirmek ve onları bir şekle sokmak. Kılıç kadar keskin ve kıl kadar ince. Ne kadar okursan oku ve dahi ne kadar yazarsan yaz aslında dökülenler yalnızca yaşadıklarındır. Bu kaide sanırsam hiç değişmeyecek. Ne gördüyse göz diğer azalar ona tabi oluyor ya, yaşantıda da böyle diyebiliriz. Neler görüp neler yaşadıysa birey onu anca dökebiliyor. Bendeniz de birkaç kelam etmek için kalemi elime alıyorum. Lakin çok defalar yazacaklarım öyle beynimi karıştırıyor ki. Ne yazacağımı sapıtıyorum. Esasında bu kadar karışık olmasına karşın belki kronolojik şekilde ele alsam bitirebilirim. Lakin insan dediğimiz o muhteşem canlı öyle hayretengiz bir mecmu ki basitçe çözülmüyor. Bu bedenen olabileceği gibi ruhi olarak da böyle. Nitekim benim bahsettiğim sizlerin de tahminde bulunduğunuz üzere ruhi yapısı. Yazı yazacağım vakit beynim sanki her olayı, anıyı ve her bilmeceyi önüme seriyor ve gene ben bir müsamere izler gibi dalıp gidiyo