Kayıtlar

mantık etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kavram "Tasavvurdan Tasdikata"

Resim
  Giriş yerine      Bir şeyin (objenin) etrafını sarmak, sarmalamak yahut o şeyin etrafını çevrelemek diye belki tahsis ve tahdit ettiğimiz “kavram” kelimesi lugatlarımızda bu şekilde bir tarifle ele alınmıştır. Klasik mantık literatürünü incelediğimizde umumi bir tanım olan mezkûr ifadeler bulunur: “bir objenin zihindeki tasavvuru [1] .” Burada ne tasavvur kelimesine ne de obje kelimesine ve diğer konunun gereği kullandığımız ifadeleri makalemizin şartları gereği ve ilgimizi sekteye uğratma endişesi hasebiyle bilâ-fasıla geçilecektir. Vecibemizi yerince ifa edebilmek ümidiyle… Mantık ilmi dahilinde kavram ve mahiyeti      Kavram için yukarıda da zikrettiğimiz gibi “bir şeyin (objenin) zihindeki ve zihne ait tasarımı” [2] veya “bir fikir ( idea )” [3] denmiştir. Mantık ilmi çerçevesinde yapılan okumalarda anlıyoruz ki Platon kavram a gerçeklik yüklemiş ve idea sözcüğüyle tanıtmıştır. [4] Mantık literatüründe kendisinin adı çokça geçen Aristoteles’e göre kavram ise objenin ta

Niyet Etmeli!

Resim
Fikirleri derlemek sanıldığı kadar kolay olmasa gerek. Onları bir kisveye bürümek. Onları yedirmek, içirmek. Onlarla zaman harcamak. Hepsi kutsal birer hizmet gibi olanca alaka ile yapılacak işler. Yoğunlaşmadan olması neredeyse mümkün de değildir. Üzerinde vakit harcanmalı. İşte böyle bir ameliyenin nihayetinde anca yazı ortaya çıkabilir kanaatimizce. Bizde niyet ettik fikirlerimizi derlemeye. Bir dergi yapalım. Yapalım ki derli toplu bir şekilde düşünce ve kültür dünyamızı yeni arkadaşlarımıza tanıtabilelim. Çağımızın olanca gürültüsünden Rabbe çağıran nidaları duyamaz olmanın verdiği teessüf ile yola çıktık. Biz belki duyduk ama duyamayan vardır. Hem Nebiler Serveri Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde mealen "Burada olanlarınız, burada olmayanlara tebliğ etsinler! Belki de kendilerinden daha anlayışlı birine tebliğ etmiş olabilirler. Sözlerimi işitip belledikten sonra, başkalarına aynen aktaranın Allah Teâlâ yüzünü ağartsın." buyuruyorlar. Bizde

İnsanlık Tümcesi!

Resim
"Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen" ( Şeyh Galip )      İnsanı bir tümce içine sığdırmak istiyorum bazen. Her insanı teker teker ya da bir tümel olarak insanlığı. Öyle şümullü olsun ki bu tümce, yetmiş iki milleti birden kucaklasın mesela. Öyle bir dünya inşa etsin ki pirim Yunus gibi yüz yıllar sonra bile hoşgörüsü ile kaim olabilsin. Anadolu irfanını taşısın mesela. Maddeye inen gözlerin maneviyatta nasıl kör olduğunu bilerek maddeyi, o som elementi soysun ve ortaya latif bir cihaz elde etsin. Kâinatı, o som olandan yormasın. Soyut olandan sürdürsün. Soyut olanı somut olandan sıyırıp alsın. Alsın ki elimize geçenle değil yüreğimize sinenle uğraşalım. Sinsin gönlümüze ve oradan da dilimize bir cevher gibi yürüsün. Uğrasın satırda, defter çizgilerine hapsettiğimiz kelimeler ve cümleler birer birer dilimize/gönlümüze. “Neyin olduğunu” değil de “neyin olmasını” isteyelim. O tümceler bize insanı öyle anlatsın ki mesela onu Anka k

Günler Kışın Ayazında Hala!

Resim
     Ne yazacağını bilmek ve bilmemek öyle ince ki aslında. Sözleri giydirmek ve onları bir şekle sokmak. Kılıç kadar keskin ve kıl kadar ince. Ne kadar okursan oku ve dahi ne kadar yazarsan yaz aslında dökülenler yalnızca yaşadıklarındır. Bu kaide sanırsam hiç değişmeyecek. Ne gördüyse göz diğer azalar ona tabi oluyor ya, yaşantıda da böyle diyebiliriz. Neler görüp neler yaşadıysa birey onu anca dökebiliyor. Bendeniz de birkaç kelam etmek için kalemi elime alıyorum. Lakin çok defalar yazacaklarım öyle beynimi karıştırıyor ki. Ne yazacağımı sapıtıyorum. Esasında bu kadar karışık olmasına karşın belki kronolojik şekilde ele alsam bitirebilirim. Lakin insan dediğimiz o muhteşem canlı öyle hayretengiz bir mecmu ki basitçe çözülmüyor. Bu bedenen olabileceği gibi ruhi olarak da böyle. Nitekim benim bahsettiğim sizlerin de tahminde bulunduğunuz üzere ruhi yapısı. Yazı yazacağım vakit beynim sanki her olayı, anıyı ve her bilmeceyi önüme seriyor ve gene ben bir müsamere izler gibi dalıp gidiyo

İlk Katre!

Resim
  Misâfir-hâne-i dünyâda hân-ı gussa-zâdımdur Libâs-ı âfiyet merdûd-ı çeşm-i şu'le-zâdımdur  Fuzûlî   Nefes    Hayat, onu ne kadar anladığımızdan ve anlattığımızdan bağımsız gerçek. Yaşam ne kadar sürdürdüğümüzden ve ne için sürdüğünden vareste bir doğal. Olgu olamayacak kadar mucize. Mit olamayacak kadar gerçek. Öte dünya canlısının ilk ve sonu. Ben ’in sonradan bilgisine vakıf olan bizler acaba Ben ’den ayrımıyız. Ve dahi ayrıysak o zaman ben nedir ki hayata nasıl izale edeceğiz? Hayat derken; “şayet yalnızca üretebildiğimiz bir şeyi gerçek manada tanıdığımızı iddia edebiliyorsak, şu an itibariyle bizler hayatın ne olduğunu bilmemekteyiz. Hatta hayat formunun mahiyeti/neliği hakkında bütünüyle doğru bir tanım getirebilecek konumda da değiliz.” İçinde bulunduğu Küre ’yi(hayatı) daha tanımlayamazken nedir insanın idrakine sunulan gizem?             İlk Boya    Bay hiç kimse/Mr. Nobody kadar müdrik değiliz ki hayatın alternatifine yorulsak. Film yaşamın tercihlerini bilmem

Ardından, koşan mı koşulan mı?

Resim
Arkandan bakan bir şey olmalı hayat, arkasından baktığın değil. Nefes     İnsan evladının kıymet ini yalnızca zora düşünce anladığı nice hayat damarlarımızdan biri. Her teneffüs ayrı birer hayat olsa dahi. Her göğsün kabarışı aslında yeniden dese dahi. Hayat . Ne kadar da manidar . Nedir bu haddi takatini pek ziyade tecavüz ettiğimiz mefhum ? Yalnızca her soluk ta bile idrak edebileceğimiz bir terim mi? Soğuk mu o kadar? Yoksa bir kavram mı demeliyim? Arkasından koştuğumuz mu durmadan yılmadan? Yoksa ardımızdan koşan şey mi? Niçin ve nedenlerin çağında tereddütlerimizi yinelerken her saniyesi belki bir leal hükmünde olan bu kıymettar yaşamın ne kadarına ve nasıl sahibiz? Cevher anca cevherfüruş kimsenin elinde değerli iken onu biz camcıya mı yahut bir antikacıya mı sunuyoruz? Baki miyiz ki bu denli kıymet verdik, fani miyiz ki bu dereke önemsemedik? Cevap soruda gizli düsturunca mesuliyeti dillendirmek ister ve asıl soruya muhatap olan insanı serinin ilk yazısında sorul

Teklif'e talip olmak!

Resim
        “Allah niyetine ahireti alana dünyayı verir de niyetine dünyayı alana ahireti vermez.”     “Nasıl böyle olmaz ki zaten? Ahirete niyet etmek demek, Allah’a itaat etmek demektir. Çünkü niyet ibadetin/kulluğun ruhu ve tâ kendisidir.” (Şah-ı Geylani)     Kulluğa/ibadete riayet etmek o kadar mühim görülmüştür ki, kudema arasında acaba ibadetin terkinde kaynaklanan büyük günah, dinden çıkmaya sebep olur mu bahsinde sohbetler, münazaralar yapılmıştır. Kimi alime göre bu büyük günah dinden çıkmaya sebep olurken kimi alimimize göre günahkâr olduğumuza delâlettir, dinden çıkmaya değil. Peki bu kadar ehemmiyeti haiz bir konuya biz ne kadar vâkıfız?     İbadet/kulluk ya da daha da geniş bir mana ile anlatmak istersem biz mükellef insanlar olarak ne ile muhatap olduğumuzu ne teklif edildiğini biliyor muyuz? Ayet-i kerimde geçen “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, ç

Öz'ün söz'ü

Resim
"Olduğum gibi kim görebilir beni? Ne rengim var benim, ne nişanım. Benim de bildiğim sırlar var diyeceksin ama, Hem o sırlarım ben, hem de o sırları saklayanım. Bu gönül ne vakit durulacak bilmem. Ama şu anda hiç kımıldamadan duran da benim, Yürüyüp giden de ben. Ben bir denizim, kendi varlığı içinde taşan. Uçsuz bucaksız, alabildiğine geniş, kıyısız, hür bir deniz." ... Mevlana Celaleddin Rumi   Bu satırları ilk okuduğumda elimdeki kitabı öne eğerek bir müddet dalmıştım. Kendime geldiğim vakit gözlerimi kapayarak Hz. Mevlana'nın mana denizinde yelken açabilecek cesareti bulabilmeyi ummuş lakin gene Hz. Mevlana'ya atfen şu sözlerine muhatab olmuştum: " Ey Gönül… Aşk; ateşten bir denizi, mumdan kayıkla geçmektir. Yanıp kül olmadan asla geçemezsin." Hissettiğim haz ile Mesnevi bir hafta içinde bitivermişti. Gönül dünyamda bıraktığı iz öylesine huzurluydu ki hala onu duyuyor ve dalıyorum uzaklara. Şiirini -üstte bir kısmını paylaştığım- tahlil etmeye ve bu doğr