Tövbe; İnsan Olabilmekte Anahtar Kavram

 

Saniyen tevbe k’odur canib-i Mevla'ya rücu
Eyleyüp cümle ma'asiyi özünden zayi
 

    Elest bezminde edindiği özgürlük ile külfet bulan insan, hayat macerasına, kendisine sunulan yollardan/tercihlerden bazılarını seçerek bazılarından vazgeçerek kurduğu yaşamı[1] ile devam eder. Kimi zaman düşüş ve yükseliş kimi zaman gel-git ve kimi zaman da sağ-sol yaparak çağımızın getirdiği tüm engin ve içgin ilgi ve bilgilerle sergüzeştini yaşamında kendisi kurgular. Çevre ve yaratılış/hilkat ile kendisinde bir şuur/bilinç hali olarak bulduğu genetik ve mimetik kodları ile kişi, içinde/etrafında, var-olduğu durumu yine kendi benliğinde hakikatini aktüelleştirmeye ve kendisine bahşedilen programlama/emr aracılığı ile uygulamaya müteallik olarak ömrünü kurar. Bunun akabinde inşa ettiği her bir kurgusu onun için akıbetinde/ahirinde hesaba rast gelecek ve bütün söz, tavır ve davranışlarından mahkemeye tutulacaktır. Bunu her dini yapının/izimin düşünce çerçevesinde görmek işten bile değildir. Her yapı/izim, hayatı ve dolayısıyla da bu mahkeme/sorun/problem için kendisine ait ritüellerle kazanım, kurtuluş yolları ve devamında da mükafatı/cenneti vadetmiştir. Söz konusu davranışlar/ritüeller dünya dinlerinde olduğu kadar bizim dinimiz İslam içinde söz konusudur. “Ölmeden önce ölmek” ya da “hayatta iken kendi kendimizi hesaba çekmek” benzeri deyimleşmiş ifadelerde de gördüğümüz üzere dinimizin ve kültürümüzün (Türk-İslam Medeniyeti/Anadolu Müslümanlığı) mevzu hakkında afaki ve amudi boyutları ile fikir telakkileri vardır. İlim geleneğimiz içerisinde konumuz “günah-tövbe-sevap” başlıkları altında incelenmiştir. Bugüne kadar ki yazılarım ile hayat ve seçimlerimizden bahsetmiş olmam neticesi ile bu yazımda o seçimlerin verdiği sonuçlara karşın insanın dinimizce en temel ibadetlerinden, insanlığımız/tarihimizce yaptığımız ilk hataya karşın sonuçlarla yüz yüze gelişimizden ve sufi geleneklerimizin ilk adımından yani “tövbe/tevbe” ve türdeşlerinden bahsedeceğim.

    Lafız (harflerden oluşan ve seslere karşılık gelen anlam yüklediğimiz ifadeler, maddi birim) ve anlamı (Lafza yüklenen mana, manevi birim) kendi bünyesinde bulunun her harf ve kelimede cem’ eden Kur’an’ı-Kerim’den seçilecek olan her kavram bir cerrah titizliği ve eserin bütünlüğü ve müessire bakan ciheti ile incelenmelidir. Ele alacağımız kavramımız olan tövbe/tevbe ifadesi de işte bu çaplı bir ameliye ile ele alınmıştır.

    “Rücû, inâbe, evbe, gufrân” ve af kelimeleri ile de açıklama bulabilecek bir mefhum olarak “tevbe,” Arapça’da (tevb, metâb) “geri dönmek, rücû etmek, dönüş yapmak” anlamından mülhemle “dinde yerilmiş şeyleri terk edip övgüye lâyık olanlara yönelme” şeklinde basit bir tarife tabi kılınmıştır. Kuran dahilinde seksen sekiz yerde geçen kelime, kötü huyların iyileri ile tebdili, Allah’a muhalefetten beri durmak, yapılan kötü tutum ve davranışlardan pişman olmak ve nedamet ederek terk edilip bir daha azmetmemek demektir. Yaratan ile yaratılan arasında cereyan eden manevi bir gerilim ve vasıta olan tevbe, imanın bir tezahürü olarak, fani/beşerî duyu ve duyguların tazyikatı altında bulunan kalbin/gönlün duyarsızlaşmasına; iman/emniyet varlığının inhilal ve çözülmesinden sonra, Yaratıcı'nın huzurunda, “kişinin yaptığına karşın kalben pişman olması, bir daha işlememeye çabalaması, diliyle Allah’tan bağışlanma talep etmesi, daha önce günahla zevk kazandırdığı bedenini bu zevkten uzaklaşma yolunda kullanması,”[2] yani yeniden bir inşa ve bina olunmasıdır. Günahtan sonra, Allah ile yeniden uzlaşma da diyebileceğimiz bu hareket, bir tazeleniş, bir filizleniştir.

    Evet, tevbe; tüm müstesna hasletleri yanında, olabildiğince yükünü de boynuna asmış halde vicdan damarlarında her mevcudiyetini “Hu” nidaları ile sarmaya gayret etmiş ve dünyasını hakikatin gerektirdiği o ateşleme gücü ile harekete tabi kılabilmiş, ceberut ufkundan melekut kuşaklarına ve dahi lahuti alemlere gözlerini dikmiş o kimselerce, günahları, hataları dil ile itiraf edip samimi şekilde pişman olmanın, yerine getirilmesi gereken mesuliyetlerinin, bilincini kaybederek şuur zedelenmesine uğramadan hemen ifa edilmesinin, elhasıl her söz, tavır ve davranış da  Allah’a ulaştıracak müstakim yollardan ayrılmamanın, inhiraf sapaklarına sapmanın ardından istikameti hedef edinmenin ve O’na (c.c) karşı muhalefetten kurtulmanın, marufun emri ve münkerin de nehyini her mahfilde yaşamanın zabt-u rabt altına alınışının nişanesidir. Çağımızın ve insaniyetimizin tüm çeldirici zehabına karşı kalbin kendi muvazenesini korumanın adıdır tevbe. O, insan için salah bulmanın ve ömür cetvelinde asliyete dönmenin, bilinci yenilemenin ve iç-onarımın tarifidir. Tüm bu mülahazalar eşliğinde tövbe, nasıl kelimenin etimolojisinde yatan “geri/aslına dönmek” anlamındaysa öyle de insan için elest bezminde Allah (Yaratan) ile kul (Yaratılan) arasında yapılan misakın yenilenmesini ya da her insanın hilkat/fıtrat çizgisine dönmesini yani safiyetini/arılığını korumasını belirttiği anlaşılır. Zira kul selim fıtratında mevcut bulunan misak şuurundan zaman zaman günah ve hatalarla uzaklaşmakta veya bunu tamamen unutmaktadır. Nitekim konu ile ilgili Peygamber Efendimiz (s) şöyle buyurmuşlardır: “Mümin kul günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer pişman olarak bağışlanmasını dilerse nokta silinip kalbi cilâlanır. Günah işlemeye devam ederse siyahlık kalbini sarar. Cenâb-ı Hakk’ın, ‘Onların işlemekte oldukları kötülükler kalplerini kirletmiştir’ şeklindeki beyanında (el-Mutaffifîn 83/14) yer alan kir ve pas bundan ibarettir.” Bundan mütevellit olarak Eski Ahid'de günah için Allah ile olan ittifakın parçalanıp bozulması tanımı getirilmiştir: “Ama suçlarınız sizi Tanrınız'dan ayırdı. Günahlarınızdan ötürü O'nun yüzünü göremez, sesinizi işittiremez oldunuz.”[3] Mezkûr konu hakkında Hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid Gazali, günah kavramını ele almış ve onu insan psikolojisi perspektifinden üçe ayırmıştır. Ona göre ilki Allah’ın rububiyet sıfatlarına karşı işlenen kibir, övünme, övülmeye meyyal olma, şan ve mal peşinde koşma cürümleridir. O, ikinci olarak şeytani kaynaklı olarak gördüğü haset, kin, zulüm, hile ve nifak vb. günahları belirtir. Son olarak hayvani günahlar dediği yeme-içme, gazap, dövme, sövme, gasp vb. gelir. Tüm bu tasnifleri ile o, günahın insanın arılığına nasıl halel getirdiğini ve onun safiyetini/asıllığını ne denli tahrip ettiğini belirtmektedir. Fakat bunlara rağmen İmam, insan için hatadan/günahtan korunmuşluğu imkânsız olarak görür. Hatta günah işleme ve tövbenin gerekliliği hakkında Hz. Âdem’i misal göstererek şöyle bir çıkarımda bulunmaktadır: "İnsanoğlunun babası bile! tövbeden müstağni kalamamıştır. Babanın yaratılışına uymayan ve babanın güç yetiremeyeceği şeye, çocukları hiç güç yetiremez." Bu ifadelerine devam ederken Gazali cümlelerini hatadan dönmemeyi insanlıkla bağdaştıramadığını belirterek sürdürür. Çünkü ona göre günah ne kadar insana mahsussa tövbe de o kadar ona has kılınmıştır. Maahaza tövbe için alimler farz ifadesini serdetmişlerdir. Nitekim yine İmam, bunlardan dolayı olsa gerek günah işleyen kimse için tövbe ettiği takdirde âdemiyet/insanlık nesebini, aksi halde şeytaniyet vasfını tescil ve tercih ettiğini bildirmiştir. Aynı ifadelerin bir diğer veçhesini başka bir mütefekkirimiz olan Eşrefoğlu Rumi’den duyuyoruz. Eşrefoğlu, tövbe edenlerin iki mezhep/kısım olduğunu söyler. Bunlar Âdem (a.s) ile şeytanın mezhebidir. Adem’in (a.s) mezhebi tövbe ederken hatayı kendi nefsinden bilen ve tövbesi kabul olanların yoludur. Şeytanın mezhebi ise hatayı ilahî takdire havale ederek tövbesi makbul olmayanların yoludur. O, tövbeyi kader bağlamında, hatayı belki egosantrizm tavrı içerisinde kendinden bilmekle yerine getirileceğini beyan etmiştir. Nitekim edilen tövbelerin gerçek ve samimi olmadığı için kabul edilmeyeceği bu yüzden de tövbeden tövbe edilmesi gerektiğini Râbia el-Adeviyye’den öğreniyoruz. Bu noktada da Kur’an merkezli başka bir mefhum konumuza dahil oluyor. Tevbe-i nasuh. İki faklı fakat tamamlayıcı yorumu ile nasuh tövbesi, nasihat ve samimiyet bildiren “nush” kökünden türemiş mübalağa içerikli bir kelime olabileceği gibi, nasuh, “nesaha” maddesinden ism-i fail olup, fesad, noksanlık, hile ve tüm şaibelerden uzak anlamına geldiği de bildirilmiştir. Bu iki yorumu toparlar vaziyette Said b. el’Müsayyeb’in tarifini zikredebiliriz. O, "Kendisi ile nefsinize nasihat etmenizdir" diyerek, bu tövbeyi tövbe eden için bir nasihatçi olarak değerlendirmiştir. Bir başka açıklama da “tövbeyi kendilerine nasihat edenler, günahları yok edecek ve azgınlıkları dizginleyecek bir tarz da tövbe edenlerdir” ifadesinden mülhemle nasuh tövbesini kendisi ile tövbe edene hayırhah olacağına hamledilmiştir.

    Tevbe kendisinin bir basamak ittihaz edildiği kavramdır da aynı zamanda. O, ardından inabe ve evbe gibi ukba enginliğine sahip iki müşahhas terimleri de getirir. Kur’an’da Hz. İbrâhim, Hz. Süleyman, Hz. Dâvûd, Hz. Şuayb ve Hz. Muhammed’e nispet edilerek on sekiz yerde geçen inabe kavramı, sözlük sahifelerinde “Tekrar tekrar gelmek” mânasındaki “nevb” (nevbet) kökünden türemiş olup Râgıb el-İsfahânî’den iktibas ile “pişmanlık duyup Allah’a dönme ve samimiyet duyguları içinde iyi davranışlarda bulunma” şeklinde açıklamalar ile kendisine yer bulmuştur. Tevbe ile tüm inhiraf ve ihtilaftan sıyrılmaya namzet kişi vakıf olduğu yerin ve mutabık kaldığı ahdin ardından, züht erbabınca ikincisi telakki edilen, yolcunun işbu mevziisine girer. Burası artık verilen sözün sorgu ve analiz aşamasıdır. Nitekim artık tevbe ile Allah’a sefer tamamlanmış artık Allah’ın dairesinde sefer edebilmek söz konusu olmuştur. Nitekim alimlerce tövbe müminlerin, inâbe evliyanın, evbe peygamberlerin makamı olarak serdedilmiştir. (Nûr 24/31; Sâd 38/30, 44; Kāf 50/33). Tövbe büyük günahlardan, inâbe küçük günahlardan, evbe nefisten Hakk’a dönüş olarak sistematize edildiği de literatür okumalarında görülecektir. Bu kavramlardan sonuncusu olan evbe ise köken-bilimi zaviyesinden aynı kökten türemiş fakat enbiya ve mürselinin tavrı olarak kendine yer edinmiştir. İşe tüm bu kelime ve tarifler üzerinden ilerlenirse bir de “sevap” kelimesi dahil olur ki kendisi de tevbe gibi aynı kökten gelmektedir. Aramice/Süryanice dilinin de içinde bulunduğu Sami dil ailesinin belirgin özelliklerinden “t” ve “s” harflerinin birbirleri yerine ya da türetilerek kullanıldığı bilinmektedir. “Evb” (awb) kökünden türeyen her iki kelimede geri dönmek, aslına dönüşmek manasına gelmektedir. Aynı kökten türeyen başka bir kavram da “mesabe”dir. Dönülen yer ya da referans noktası ve güvenilen yer veya sığınak olarak lugatlarımızda tanımlandırılan kelime insan için tevbe nidalarını sanki mahfilden mahfile çığırışının mevkisini irat etmektedir. Nitekim esvap kelimesi de insanın ilk hatasından sonra avret uzuvlarının nasıl görünür olduğunu akabinde insanlığın atası Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın kendilerine nasıl örtü bulmaya çalıştıklarını anlatır bir vaziyettedir. Nihayetinde esvap, örtünülen şey, kıyafet demenin ötesinde insanın kendisine insan olma ölçüsünde çizdiği o dairenin de hattını oluşturmaktadır. Salih amel işleyerek edinilecek sevaplar insanın nasıl emre müteallik olarak fıtraten doğru, güzel ve iyiye yatkın yaratıldığı ve bunları yapmakla ne denli insan olacağını gösterir. İnsanın elestte verdiği sözden ömrünün son nefesine kadar günah, tövbe ve sevap çeperinde ilerleyişi daima devam edecekti. Maksat o çeper dahilinde kalmak ve haddini bilen kişioğlu olarak günahı bilmek, kendine hasretmek, samimiyetle pişman olarak bir daha yapmamaya gayret etmek suretiyle insan olmak ve sevap işleyerek insaniyetimizi diri tutmaktır. Sözlerimi Alvarlı Efe Hazretlerinin ifadesi ile bitirmek istiyorum: “Allah bizi insan eyleye…”





[1] Burada yaşam kelimesi ile bir davranış dizesini, hayat kavramı ile yaşamın tamamını kasdediyorum.

[2] Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, V, 181

[3] Tevrat, lşaya 59/2

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Bir Vicdan Muhasebesi"

Ve İnsan Yanıldı | İnsanlık Tümcesi

Bilenden Bilinene; İnsanın Hakikat Sorgusuna Giriş