Mavera Atlasında İnsan
Ayâr-ı
zâtı merdüm-zâdenin aslâ nihân olmazZer-i meskûk muhtâc-ı
mihenk-i imtihân olmaz
Yokluğunu bırakarak varlık
ufkunda doğmuş, güzergâhına melekût aleminden başlamış ceberût ufkuna gözlerini
dikmiş ve mefkuresini lâhuti alemlere çevirmiş ateşten kanatları ile insan bir
üveyk gibi tüm letafet ve kesafeti beraberine alarak seyyah edasına bürünmüş ve
o son seyahatine başlamıştır. Tüm müstesna hasletleri yanında, olabildiğince yükünü
de boynuna asmış halde vicdan damarlarında her mevcudiyetini “Hu” nidaları ile
sarmaya gayret etmiş ve dünyasına adım atmıştır. Melekût aleminin yankılarını
aynasında taşıyarak göğsünde karşıladığı idealleri ile ceberût dağlarını
tırmanmaya başlamış akabinde kendisini basiret ve feraset menbağı lâhuti
alemlere müteveccih bulmuştur. Nefha-i ilahinin rûhefzâ tüm rayihasının hayat
damarlarında dolanmasına tanıklık etmiş bir vaziyette bütün mükemmel isim ve
sıfatları ile O’nu (c.c), eline aldığı adese/mercek ile aramaya koyulmuş ve
alemin tam ortasında güneşin lemaatları vesilesi ile gördüğü her bir hebâyı seyyarat
sanmış ve büyük bir zehaba kapılarak etrafındaki asıl gezegenleri kaçırmış ve
hayatını toz zerrelerine çevirmiştir. Oysaki ondan beklenen elinde bulunan her enstrümanı
ile alem-i ceberuta veçhen yaşaması ve ufkunda gördüğü âlem-i lâhutu
hecelemesidir. Hecelemesidir diyoruz çünkü bu söylev “levh-i mahfuz” kuşağında
kendisinin takdir planında hayatını rabbine ve O’nun emirlerine tam bir
mutabaat ile geçirmesidir. Nitekim o kendisine biçileni ahd-ü peymanına uygun
haliyle, kabulünü koltuğunun altına almış “kab-ı kavseyn” hülyaları ile
sebepler dairesinin hatt-ı münhanisini kırmamaya çabalarken halâ ve melâ
ufkunda vaktini harcamıştır. Laf-ı güzaf ve cerbezeden çekinerek kurulan
cümlelerle ukba atlası üzerinde çizdiği izleri takip eden insanı her tümcemize
konu ederken onun mavera yolculuğunun nerede olmasından ziyade daha mühimini yani
hedefine matuf oluşunu yazmaya çalışmışızdır. Beşer tüm hayal alemlerinde
mavera buutlu zirveleri temaşa ederken yaptığı teferrüç ile arayanın bulduğunu
umut ederek rüyalarında bambaşka urbalar giymiş ve O’nun c.c boyası ile insibağ
bulmuştur. Kuvvet ve kudreti istidadınca kendisine verilen mükellefiyetin
serhaddine yoğrulmuştur. Yolunu, üveyiklerle, Ankalarla belki bulacağı Kaf
dağının zirvelerinde elmaslarla süslenmiş altın sayfalı, tüm zevk ve hal dantelaları
ile tezyin edilmiş olan haritalar sayesinde katetmiştir. Evet katetmiştir ve
insan-ı kamil olabilmek için gereken serhadde ancak böyle ulaşmıştır.
Zirvelerin ötesinden doğan günlerin şerham şerham gelen ıtırları ile
zenginleştirdikleri aşılarını insana vurmuş ve mavera atlasını ona böylece program
etmişlerdir. Her sokak ve şehrah ile Peygamber yolunun yolculuğuna ram olmuş
makro ve mikro ölçekte insanın insanla mefkure edilmiş anlam cetvelinde insan
olabilmesi için gerekli olan bütün mübrem neticeler o küre mısdağınca çerçevelenmiştir.
Tüm inhinasının rağmına mazhar edilmiş aleme karşı gene o beşer mahviyet duymuş
ve gereken sükûneti bilmeye çalışmıştır. Bilmiş ve bildiği ölçekte şahikalara
uzanmayı meslek edinerek hak yolcusu namına seyrini sürdürmüştür. Tüm iğfal ve
itminana rağmen ellerini bağlamış ve yaşamı Hz. İbrahim gibi sorgusuna muhatap
kılarak “ben batanları sevmem” diyebilmiştir. Ömrü her cilvesi ve sunduğu her sırr-ı
dakîk ile hayat süresince kendisinde temerküz etmiş nice çekirdeğe durmuş
topraklarıyla bir cemre muştusuna mevzi kılmıştır. Ukbaya uzanan bir ip gibi
hayatını “seyr ilallah”, “seyr fillah” ve “seyr maallah” geçitlerinde
ilerleyerek sürdürmeyi hedeflemiştir. O birey mefkuresini heceleme gayretine
düşmüş ve aklını tüm malayaniye karşı ümmileştirerek hakikatle daha dolaysız
bir alaka kurmaya çabalamıştır. İşte insan elest sorgusundan, âdemin mükellef
oluşunu ve meleklerin inhinasına mazhar edilişini tazammum eden o ân-ı dakikten
itibaren başlayan seyahatine böyle adım atmıştır. İşbu atmosfer içerisinde tüm
iğfal ve seraplara karşı rah-ı Muhammediyi tutmuş ve yoluna salik olabilmeyi
bir vazife ittihaz etmiştir. Yol kendisini yaşayan için her ne kadar uzun ve
meşakkatli gelse de alemler ölçeğinde belki zerreler kadar mevki bulmayacaktır.
Evet yol karınca misali su taşıyan bizim hikayemiz ise de azımsamadan hedefe
matuf olarak onu sürdürmek en temel görevimizdir. Nitekim insan teklife/hedefe
muhatap kılınmış mükellef/hedef sahibi olmuş bir canlıdır. Sözlerimizi nihayete
erdirirken önceki yazılarımın birisinden bir alıntı ile bitirmek istiyorum.
Not I: Üstte şair Nüzhet'e ait olup paylaştığım beytin günümüz Türkçe tercümesi şöyledir. "İnsanın
öz değeri asla gizli kalmaz, Damgalanmış altın denek taşı istemez."
Yorumlar
Yorum Gönder