Okuma; Prof. Dr. Süleyman Akkuş Makaleleri III

 

    Süleyman Akkuş tarafından “İslâm Kelamında İman Kavramı” başlığı ile 2005 yılında Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisinin 11. sayınında yayınlanan makalenin tanıtım ve değerlendirmesini yapacağız.

    Bu makale, Montgomery Watt’ın 1967 tarihli “The Conception of Iman in Islamic Theology” makalesinin Süleyman Akkuş tarafından tercüme edilerek yayınlanmıştır. Makale de İslâm düşünce tarihinde iman kavramı ve bu kavram etrafında oluşan itikadi, siyasi ve sosyal toplumsal yapıları incelenmiştir. Bu çerçeve de “Bir insanın inancı artıp azalabilir mi? Ya da büyük bir günah işleyen kişi, inananlar topluluğunun bir parçası olmaya devam eder mi?” gibi sorular sorulmuş; modern çağın icadı olmayan bu sorulara iman kavramının yalnızca şahsi ve içsel bir inanç olmayıp aynı zamanda bir toplum üyesi olma da geçer akçe olarak görüldüğü minvalinde cevaplar verilmiştir. Bu doğrultu da iman, bir toplumun sınırlarını belirleyen anahtar hüviyetinde ittihaz edilmiştir. Şimdi kısaca makalenin verileri ışığında konuyu açalım.

    Watt’a göre iman, İslâm toplumunda düşünsel bir eylemin haricinde birde mensubiyet aracı olarak görülüyordu. O, imanı, Batı dillerindeki “faith, foi, glaube” gibi karşılıklarıyla mukayese ederek İslâm’ın özgün yapısı içindeki konumuna dikkat çekmiş ve bir cemaat aidiyeti anahtarı saymıştır. Watt, iman tartışmalarının ilk defa Hariciler tarafından ortaya atılan son derece pratik ve politik bir sorundan doğduğunu belirti. Haricilerin temel meselesi toplumun bir üyesinin büyük bir günah (sahib-i kebire) işlemesi durumunda statüsünün ne olacağıydı. Onların bu konudaki tavrı başta net ve katıydı; “Büyük bir günah işleyen kişi, artık mü'minler topluluğundan dışlanmış bir "kafir"dir”. Bu yaklaşıma göre, topluluğa üyelik ancak belirli bir ahlaki yetkinlik seviyesine ulaşmış kişilerle sınırlıydı. Hatta o kadar ki, ilk Hariciler kendi gruplarından "cennet ehli" (ehl-i cenne) olarak bahsetmişlerdir. Bu da toplum içinde çok az bir insan tekabül ediyordu. Bu duruş o kadar katıydı ki, Haricilerin kendileri bile zamanla günahları birbirinden ayırmak veya günahkarı doğrudan "kafir" yerine "münafık" olarak nitelemek gibi (Hz. Peygamber’in Medine’deki tavrı örnek alınmıştır) yollarla bu pozisyonun pratik sonuçlarını yumuşatmaya çalışmışlardı. Bu durum, inanç üzerine yapılan ilk büyük tartışmanın aslında kişisel bir inanç meselesinden çok, bir topluluğun sınırlarının nasıl ve kimler tarafından çizileceği sorusu etrafında şekillendiğini göstermektedir.

    Haricilerin bu katı tutumunun tam karşısında Mürcie fırkası yer alıyordu. Mürcie bu konu da hem Hariciler hemde Muʻtezile’den faklı düşünüyordu. Onlar, Haricilere karşı net bir tez geliştirdiler: fakat heretik/bidʻat olarak kabul edildiler. Bunun temel iki sebebi vardı. (I) Bir ya da iki önemli isim ve görüşlerinden başka bir şeyleri olmaması ile (II) günahın zarar vermediği inancını gütmeleridir. Bu doğrultuda onlara göre, topluluk üyeliğini belirleyen şey ahlaki davranışlar değil, imanın kendisidir demişlerdir. Mürcie'nin ana akım haline gelen görüşü ise İmam Ebu Hanife'ye atfedilen şu sözde bulur:

    "Biz günah yüzünden bir kimseyi ne kafir kabul eder ne de onun imanını inkâr ederiz."

    Bu ilke, büyük günah işleyen bir kişinin, günahına rağmen "mü'min" olarak kalmaya devam ettiği anlamına geliyordu. Mürcie’ye göre iman amelden ayrıydı ve fiillerin toplamıydı ki Hanefiler bu görüşe karşı çıkmışlardı. Onlara göre İman ve İslâm birdi ve imanın artıp eksilmesi söz konusu olamazdı.

    Haricilerin "günahkâr kafirdir" ve Mürcie'nin "günahkâr mü'mindir" şeklindeki iki zıt kutbu arasında, Muʻtezile mezhebi son derece özgün ve ayrıntılı bir çözüm önerdi. "İki konum arasında bir konum" (Menzile beyne’l-menzileteyn) olarak bilinen bu öğretiye göre, büyük günah işleyen bir kişi ne tam mü'min ne de tam kafirdir; o, ikisi arasında üçüncü bir kategoride yer alır. Fakat Watt Muʻtezile’yi küfrü gerektiren amelleri belirlemeleri dolayısıyla Haricilere benzetmektedir. Buna göre orta konum doktrini bir bakıma kelâmi bir incelik sunarken bir yerden de başka bir problemin kapısını aralamıştır.

    Bir başka tarihi okuma ise bizi daha derin bir “isim almaya” götürmektedir. Kur'an-ı Kerim'de inananlar topluluğunu tanımlamak için kullanılan kelimelere dair verilere bakıldığında: "mü'minun" (inananlar) kelimesi yaklaşık 200 kez geçerken, "müslim" kelimesi ise takriben 40 kez yer alır.[1] Hz. Ömer tarafından tesis edilen halifenin resmi unvanı da "emîrü’l-mü’minîn" yani "Mü'minlerin Emiri" idi. Peki, nasıl oldu da zamanla "Müslüman" kimliği, "Mü'min" kimliğinin önüne geçerek topluluğun baskın adı haline geldi? Watt'ın aktardığına göre bunun sebebi, İslâm imparatorluğunun Arap yarımadası dışına yayılmasıyla ilgili olabilir. Fetihler sonrası, derin bir imana sahip olmasalar da siyasi olarak boyun eğen (teslim) Arap olmayan pek çok topluluk, imparatorluğun bir parçası oldu. Bu durumda "Müslim" (teslim olan) kelimesi, teolojik derinliği daha az, siyasi ve pratik kullanışlığı daha fazla olan bir kimlik tanımlayıcısı haline gelmiş olabilir. Bu tarihsel tartışmaların merkezinde yer alan kilit âyetlerden biri de, bedevilere hitap eden Hucurât Sûresi 14. âyettir. Âyette, "inandık" (amenna) demeleri ile "teslim olduk/Müslüman olduk" (eslemna) demeleri arasında net bir ayrım yapılmış ve imanın henüz kalplerine girmediği belirtilmiştir.

    Sonuç sadedinde İslâm tarihinde İman ve etrafında gelişen tartışmalar sadece soyut felsefi bir merak olmayıp aynı zamanda siyasi ve sosyal birtakım problemlerin hem çıkış noktası hemde anahtarı konumundadır. Haricilerden Mürcie’ye, Mu‘tezile’den Sünnî kelam ekollerine kadar uzanan bu tartışmalar, Müslüman toplumun kimliğini, sınırlarını ve teolojik anlayışlarını şekillendirmiştir. Dolayısıyla iman, hem bireysel bir tasdik hem de toplumsal aidiyetin merkezinde duran temel bir kategori olarak değerlendirilmelidir.

    Süleyman Akkuş’un işbu makalesi hem tarihsel bağlamı hem de teolojik içeriği bakımından söz konusu kavrama dair önemli bir değerlendirme sunmaktadır. Bu tür kavram okumaları, yalnızca geçmişin değil, bugün İslâm düşüncesinde ve toplumunda aidiyet/mensubiyet ilişkileri gibi konuların da anlaşılmasına katkı sağlar.

 



[1] Makeledeki verilere göre tam sayılar: Flugel'in Concordance'sınde

müslim kelimesi 37 kez yer almasına karşılık, mü'minun kelimesi 179 kez

geçmektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tövbe; İnsan Olabilmekte Anahtar Kavram

Hakka kötürüm olmak I

Bilenden Bilinene; İnsanın Hakikat Sorgusuna Giriş