Ardından, koşan mı koşulan mı?
Arkandan bakan bir
şey olmalı hayat, arkasından baktığın değil.
İnsan evladının kıymetini yalnızca zora düşünce
anladığı nice hayat damarlarımızdan biri. Her teneffüs ayrı birer hayat
olsa dahi. Her göğsün kabarışı aslında yeniden dese dahi. Hayat.
Ne kadar da manidar. Nedir bu haddi takatini pek ziyade tecavüz
ettiğimiz mefhum? Yalnızca her solukta bile idrak edebileceğimiz
bir terim mi? Soğuk mu o kadar? Yoksa bir kavram mı demeliyim?
Arkasından koştuğumuz mu durmadan yılmadan? Yoksa ardımızdan koşan şey mi?
Niçin ve nedenlerin çağında tereddütlerimizi yinelerken her saniyesi belki bir
leal hükmünde olan bu kıymettar yaşamın ne kadarına ve nasıl sahibiz? Cevher
anca cevherfüruş kimsenin elinde değerli iken onu biz camcıya mı yahut bir
antikacıya mı sunuyoruz? Baki miyiz ki bu denli kıymet verdik, fani
miyiz ki bu dereke önemsemedik? Cevap soruda gizli düsturunca mesuliyeti
dillendirmek ister ve asıl soruya muhatap olan insanı serinin ilk yazısında
soruları ile yalnız/baş başa bırakarak söze dahil olurum.
Bir acziyetin terennümü
Yazmazsam ölürüm. Yazıyorum. Çünkü bu beni dinç tutuyor. Bu
yazıyı bir film serisini izlemenin ardından ele alıyorum. Beğendiğim bir film
serisi. O kadar ki filmin sonunda ben neden böyle yapmıyorum diyerek hayal
dünyamın dar sokaklarında dolanıyorum. Endişe ediyorum hayatımda sanki bir şey
kaçırdım diye. Evet, evet. Kesinlikle bazen üzülüyorum. Sanki hayatımda o
olaylar olmuş ve ben bütün bunları kaçırmışım ve bir daha asla bu fırsat elime
geçmeyecek gibime geliyor. Gerçekte, hayatta kaçırdığım fırsatlar var mı? Ne
dersiniz? İnsan yaşayabileceği en dolu şekilde yaşıyor mudur sizce? Ya yapmak
isteyeceğimiz ama elimizde olabildiği halde fark dahi edemediğimiz şeyler
varsa. Ne olurdu ya da bunları yapsak sizce? Nasıl olurdu halimiz? Biz de neler
değişmiş, neler aynı kalmış olarak bulurduk? Elimi yüzüme dayamış bunları
düşünürken bir kerli ferli adamın "bazı şeyler aşk gibidir, arkasından
koşman gerekir, onu araman gerekir." dediği geliyor. Şimdi daha iyi
anlıyorum. Koşmak, onu aramak gerektiğini. Aramazsan bulamazsın da. Her arayan
da bulan değildir. Ama her bulan arayandır nitekim. Daha vazıh bir ifade ile
dendikte; insan aramalı, isteyeceğini talep etmeli. Onun yolunda ilerlemeli. Ta
fecre kadar gerekirse. Bazen mekân bazen zaman onun önünü gerebilir. Bazen şahıslar
bazen de fikirler engel teşkil edebilir. Ama her yumrukta tekrar ayağa kalkarak
yine savaşmalı, her olumsuzluğu bir güç periyodu olarak görmeli. Atladıkça daha
da çevikleştiği, her seferinde yeniden niyetlendiği bir harp. Öyle bir gayretle
ki ne hırs kadar hasaret verecek ne de âtıl bırakacak tembellikten o savaşta.
Nitekim…
Soluk
Adem’den bu yana kaç insan geldi.
Kaç insan bu toprakları benimsedi. Belki trilyon. Bu kaçıncı tufan? Bu
kaçıncı Pompei? Ya da bu kaçın esareti? Serbest dediğimiz insan dahi
kelimenin tam anlamıyla başını bağlamışken. Olduğumuz gibi yaşamak mı dersiniz
yahut yaşadığımız gibi mi olmak? Nedir Kaf’ın sırrı ol emri
verilirken? Ya da Nun’un. İkisi de muazzam birer ifadenin unvanı hatta
ilk sesi. Biri direk ardına Kalem gibi mucizevi, hayret-engiz aleti
müsemmayı alırken acep ne anlar müdrik kullar? Hayat der geçeriz. Nedir hayat?
Nerededir yahut? Ne için ve nedendir? Sorumluluk neresinde bu mebde/nere’den,
meaş/nere’de ve mead/nere’ye denen meçhul yolun. Yol, yolcu ve
vuslat. Belki birazda sıla.
Selam ederim…
Yorumlar
Yorum Gönder