"Bir Vicdan Muhasebesi"

 

“o zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım”

    Hem kendi öz bulunuşu hem de kendisinin mahalli/lokal/yerel bulunuşu açısından yani hem özne olarak hem de ne(i)s(e)ne olarak insanın gayeliliği(teleoloji) ve bu gayeliğindeki etik yörüngeleri(etiyoloji) insan için Hz. Süleyman (a.s) kıssasında karıncayı, Hz. İbrahim (a.s) kıssasında güvercini misal vermektedir. Dünya da kapladığı kendi öz-direnci ve kütlesi ile beraber insan, yaşamını mevcudat içerisinde tüm halâ ve melâ kuşakları arasında geçirmektedir. Her şeyin zıddı ile kaim olduğu ve adetullah/sünnetullah dediğimiz sebepler dairesinin mantık çizelgesinde ilerlendiği işbu yaşam süreci, yokluk ve varlıklarla anlam kazanabilecektir. İnsan denen ve eşref ile esfel arasında olan bu canlı; edindiği teklif, verdiği tepki ve eylediği ameller neticesinde ancak kendisi ile kendine kazandırdığı mana ölçüsünde manen değer kesp edecektir. İşte bu hayat dediğimiz sergüzeşt içerisinde âdemoğlu kendisine sunulan iç ve dış birtakım dinamizmlerle yolu ve dahi yolunu dolayısıyla da neden ve niçinlerini bulabilecektir. Binaenaleyh bütün bu mülahazalar, ayetler ışığında konu hakkında şöyle bir okumayı mümkün kılıyor. Beled suresinin on ve on birinci ayetlerinde insana iki tepenin gösterildiği, İnsan suresinin üçüncü ayetinde ise ona şükür ve nankörlüğün arasında seçim yapması gerektiği belirtilmiştir. Bunun neticesinde insanın, tavrına binaen ya “nefs-i emmare” ya “nefs-i levvame” ya da “nefs-i mutmainne” olacağı bildirilmiştir. Tam bu esnada konumuzu oluşturan kavram devreye girmektedir. Nasıl ki insan olabilmekte tövbe anahtar kavram ise insan kalabilmenin, insan olarak yaşamanın tüm iğfal ve zehaba hatta hataya ve kusura rağmen beşeriyetten samediyete uruç etmenin daha vazıh ifade ile insan gibi yaşamanın anahtarı da “vicdan” kavramında gizlidir. Nitekim üstteki mezkûr ifadelerde de serdetmeye çalıştığım kadarıyla insana sunulan ve doğru yolu bulmasına yarayan iç ve dış dinamizmler işte bu kavram ve türevleri ile açıklanmıştır. İnsanın dışa dönük bulunuşu adına ve-ce-de kökünden mülhemle “vücut” terimi verilirken onun içe dönük bulunuşuna ise aynı kökten türeyen “vicdan” ıstılahı tevdi edilmiştir. Peki insanın kendisi ile barışık yaşayabilmesinin ontik bağı olan bu kavram nedir ve nereden gelmektedir?

    Dilbilimsel bir temsil olan vicdan kelimesi, Arapça bir ifade olarak ve-ce-de kökünden türetilmiş olup sözlük sayfalarında “bulmak, zenginleşmek, sevmek, üzülmek, öfkelenmek” anlamlarına lafız olmuştur. Aynı kökten vücdân, cide gibi kelimeler “bolluk, rahatlık, zenginlik”, vecd ise “üzüntü” ve “sevgi” manasına gelmektedir. Kelime "bulma" tikel kökünden, kâinat manasında aynı kökten türeyen "mevcudat" tümeline bir yolculuktur. Arap dili dahilinde bilişsel, duyuşsal ve aktüel olarak pek çok psikolojik süreci ifade eden kelime nefsin içsel erkini ve yetisini ifade etmek için de kullanılmıştır. Yokluğun (ma’dum) zıddı olarak var olmak (ve-ce-de); bilinci, farkındalığı, benlik şuurunu, kendi varlığının ve varlığın devamı için gerekenlerin verililiğini anlamlandırmayı, var olana değer atfetmeyi anlam alanı içerisine dahil etmektedir. O yüzden ‘var olmak’ kökünden gelen vicdan terimi, insanın değer vererek var ettiği veya lahuti âlemden insana gelerek var olan duygu ve düşünceleri kapsıyor denilebilir. Bunun neticesinde de vicdan, insanı oluşturan düşünce, duygu ve davranış boyutlarının tümünü kapsayan beşerî bir vasıf olarak ortaya çıkmaktadır. Terim olarak incelendiğinde ise vicdan, insanın içinde bulunan ahlâkî otorite, değerler ve eylemler hakkında hüküm verme ve yargılama yeteneğini ifade eder. Nitekim klasik İslam mantığında iç duyularla kavranan açık önermeler/kaziyeler için “vicdâniyyât” ıstılahının kullanılması tercih edilmiştir. Ruh ve sinir bilimi ve ilahiyat alanında yazılan literatür çerçevesinde ele alındığında vicdan, fıtraten insanda bulunduğu düşünülen, manen/ruhî içeriği ve güdüleri ile doğru ve yanlışın turnusolü olan, davranışları etik yönleri ile tarassuda tabi kılma, değerlendirme ve muhakeme etmeye yarayan, epistemik cihetiyle kendisini yine kendisi ile anlamlandıran şuur halinin ismi olmuştur. Başka bir tarif ile süjenin, toplum içerisinde ahlaki/etik/moral mükellefiyetlerinin gerektirdiği anlayış ile kendi iç-geriliminde bir hey’et/meleke/yeti olarak kullandığı ve bu sorumluluklarını aktüel bir vaziyetle kendi eksperyanslarıyla münferit olarak her tavır ve davranışın da öz-denetleme sistemidir.

    Hikmet perspektifinden incelendiğinde Allah’ın (c.c) Hüda İsm-i Celilinin bir süzmesi olarak ittihaz edebileceğimiz vicdan, bireyin kendisini özü itibari ile ukba buutlu bir duyuş ve sezişine ad, ruh atmosferinde her duyu ve duygu enstrümanlarıyla lahuti alemlerin vaktini gösteren bir pusula olmuştur. İnsanın kendi bünyesinde bulunan fakat miracın enginlikleri kadar geniş ve duru bir hüzmesi olan işbu kavram, yaratılan ile yaratıcı arasındaki dolaysız bağın en gür terennümüdür. O öyle bir bağdır ki kişioğlunun kendinde taşıdığı fakat anlamına vakıf olamadığı bir sırdır. Hak adına hikmeti iktiza eden bir terim olarak tutum ve davranışlarında doğru, iyi, güzel ve faydalı adına iş yapmanın, adalet namına ademoğlunun eylemlerinde akıl ve kalp terazisi olarak hakkaniyet ve dengeyi korumanın ve dahi sağlamanın, basiret bağlamında kişioğlunun kendi kendisine olan farkındalığını kurmasının, imar teyakkuzuyla bulunduğu çevresine karşı görüsünü ve vazifesini inşa etmenin, merhamet unvanıyla iyiliğe taraftar, gazap şanıyla kötülüğe karşı durmanın, günah işlemenin ardından tövbeye yönelmenin ve sahil amelin ardından şükretmenin içsel erkini oluşturmuştur. Teklif ile mükellef kılınışında özündeki aktüelleşmenin tarifi sadedinde olan vicdan, insanın kendisini anlamlı kılmasında en büyük mana kavsini çizen okudur. Ötelere olan özlemi gönüllerindeki yangınların yaydığı ıtriyatıyla bilenecek kadar kavi olanlar için vicdan, Allah’ın insana hakperestlik namına yol ve yolcu olmayı nasip etmesinin ardından ruh zaviyesinden verdiği vazife gereği kendisine ve toplumuna hayırhah olmanın emridir. Evet, vicdan ruhen ve bedenen O’nun emir ve yasaklarına uymanın belki daha da öteye vera kuşağında bulunmanın ahlaki bilinç halidir. İşte bundan dolayı olsa gerek zamanın getirdiği tereddüt ve sapkınlıklara karşı Ziya Paşa bir beytinde şöyle seslenmektedir; “Kapılma dehrin iğfâlâtına ahlâk bahsinde / Sana ol fende vicdânın yeter üstâd lâzımsa.”

    Bizim toplumumuzda kendisine edindiği haklı yerin benzerlerini insanlığın diğer coğrafyalarında da görmek mümkün. Nitekim dilimize Arapçadan geçen kelime yakın coğrafyalarımızda “zamir” kelimesi ile de imgelenmektedir. Dilbilgisi üzerinden bilineceği gibi “özne yerine geçen” manasına olan “zamir” doğu ve güneydoğu komşularımızca vicdan kelime yerine kullanılmaktadır. Nitekim ifade özne ya da öz-ne? ifadesinin bir tezahürü gibidir. Batımızda bulunan medeniyetlerce de kavram kendisine gayet yerinde bir ün kazanmıştır. Zira vicdan için J.J. Rousseau şu ifadeleri sedetmiştir: “Vicdan, vicdan… Ey ilahi içgüdü! Ölümsüz ve semavi sada! Zavallı ve cahil yaratıkların en güvenilir rehberi, sensiz hayvanlardan farksız olur, kötülükten kötülüğe sürüklenir, özsüz bir akıl gücünün ve yasasız bir aklın sürüklemeleriyle, üzücü sonların ve ağır yanlışların avı olurdum.” Onu ilahi içgüdü yerine sayan Rousseau (Russo) yaşadığı kıtanın getirdiği birikim ile bu sonuca varmıştır. Nihayetinde vicdan, İlkçağ da “uyarıcı ses”, Orta çağ Skolastik Felsefesi'nde her bireyin özünde bulunan “Tanrı'nın sesi”, Aydınlanma Çağı sonrasında ise “insana özgü ussal bir yeti ya da ahlâk duyusu” olarak isimlendirilmiştir. Istılahın Latince etimolojisine bakarsak “conscientia” kelimesine dayanmaktadır. Mürekkep bir kelime olan bu terim “ile, birlikte ve yoluyla” anlamlarına gelen “con” ile “bilmek, ayırt etmek, farkını anlamak” manalarına gelen “scire” sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmaktadır. Bu haliyle “… yoluyla bilmek” şeklindeki anlamı gereği bir şeyin herkes tarafından bilinen ve kişiye göre değişmeyen iç-bilgisi anlamına hamledildiği ve doğru ile yanlışı ayırt edebilmek için kendisine başvurulan kıstas/ölçüt manasına gelmektedir. Diğer batı dillerinde de durumu aynı olan kelime “bilgi” ve “bilginin ilgisi” tanımlarıyla açıklama bulmuştur. Hint dilinde ise vicdan terimi doğrudan “bilgi” kelimesi ile karşılanırken daha doğu medeniyetlerinde kavram, “kalp” düşüncesi üzerinden kendisine yer edinmiştir.

    Tüm bu mülahazalar neticesinde vicdan Kıyame suresinin ikinci ayetinde bizlere özetlenen haliyle kendi kendisini muhakeme edebilen ya da kelime-kelimesine tercüme ile kendisini kınayan nefis olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahmet Vefik Paşa için “kayıp bir şeyi bulmak”, Sinan Paşa içinse “akla getirmek” manasına olan bu terim, olanlar/kâinat aleminde kendi edindiğimiz aletlerimizle (b)ilgi niteliğinde kurduğumuz mısdak/ölçüt/cetvellerimizle bulma eylemi ya da iyiyi kötüden ayırma mısdağımız, dolayısıyla insanın içindeki değerlendirme duygusundan başka bir şey değildir. Fakat bu ifadelere rağmen müteveffa Milli şairimiz Akif onu bambaşka bir bağlama taşımakta ve kendi başına bir işlevinin olmayacağını belirtmektedir. O bu konu da bir şiirinde şöyle seslenir; “Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır / Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır / Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfi Yezdan'ın / Ne irfanın kalır te'siri kat'iyen ne vicdanın.” Elhak öyledir de. Eğer pusulası Allah değilse vicdandan nasıl söz edilebilir ki. Denetimi yani ölçütü Allah olmayan nasıl olurda doğru, iyi, güzel ve faydalıyı bulabilir. Sözlerimi konu ile ilgili hayranlıkla cümlelerini okuduğum merhum alimimiz Elmalılı Hamdi Yazır’ın cümleleri ile bitiriyorum.

    “Ey Müteâl olan Rab! Sen şu dıştaki kopukluğu içteki bütünlük ile birleştirmeseydin, ben beni görmez, Seni sezmezdim. Anlayanlarla birlikte olmak, anlamayanlara dellâl olmak istemezdim. Sen bana vicdan dedikleri bir “buluş”, vücud dedikleri bir “bulunuş” bağışladın. Ben bu “buluş” ile kendimi kendim de buluyor; “bulunuş”uma eriyorum. Bu sayede başka varlıklara varıyor; vicdanlarını kendime zammediyorum.

Vicdan her an tecelli eden bir gerçeklik, bir ilk olay; vücud ise bu aynaya yansıyan bir son gerçeklik. Vicdan vücud’u kendinden önce gelen zorunlu bir şart olarak bulur. Böylece vücud, vicdanın ilk objesi olur. Vücud olmasa, vicdan olamayacak; vicdan olmasa vücud tecelli edemeyecektir.”

    Allah, vicdanı kendine bir “buluş” ve vücudu da “bulunuş” olarak görüp, Zatını bulmayı bizlere nasip etsin.


    Not I: Üstte ziya Paşa’ya ait verdiğim beytin günümüz Türkçe hali şöyledir: “Kapılma zamanın ayartmalarına, ahlak konusunda / Sana o sanatta vicdanın yeter, üstat lazımsa.”

    Not II: Yazımı kaleme alırken okuduğum ve tahlilini yaptığım eserleri sizler için ileri okuma yapabilmeniz adına aşağıda veriyorum.

    Kur’an-ı Kerim

    * Diyanet İslam ansiklopedisi: Vicdan ve Vücut Maddeleri

    * Aksoy Sena Dilek, Mert Kader, Çetin İbrahim, Vicdan Algısı Ölçeği’nin Hemşirelerde Türkçe Geçerlilik Güvenilirliği

    * Kasapoğlu Abdurrahman, Kur'an'a Göre Vicdanın Kaynağı ve İşlevleri, Akademik Araştırmalar Dergisi, Ağustos-Ekim 2003 Yıl: 5 Sayı: 18

    * İmamoğlu Abdulvahit, Vicdan Kavramının Psiko-Sosyal Tahlili, Akademik İncelemeler Dergisi Cilt:5 Sayı:1 2010

    * Ceylan Davut, Vicdan Kavramına Psikolojik ve Dini Yaklaşımlar, İktisat Sayısı • Yıl:2017 Sayı:3

    * Göncü Müge, Bir Vicdan Muhasebesi: Sodom ve Gomore, Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 2023, Cilt: 16, Sayı: 42, 652-663.

    * Bilgiz, M. (2007). Kur’an açısından vicdan ve değeri. İstanbul: Beyan Yayınları

    * Cengiz, Y.- Çınar, S. (2018). İslam düşüncesinde vicdan kavramı. İstanbul: Nobel Yayın.

    * https://kualiafelsefedergisi.com/2021/03/vicdan-stanford-felsefe-ansiklopedisi/

    * https://www.ilkeanaliz.net/2021/10/16/farkli-kulturlerde-vicdan-anlayisi-etimolojik-bir-deneme/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ve İnsan Yanıldı | İnsanlık Tümcesi

Bilenden Bilinene; İnsanın Hakikat Sorgusuna Giriş